
Herkese merhabalar!
Uzun zamandan sonra (yaklaşık 5 sene) kendi hislerimi paylaşmanın aslında bana ne kadar da iyi geldiğini, ama güzide ülkemizde her gün Sisifos gibi Maslow'un piramidinin en altından en üstüne o kayayı yuvarlamaya çalışıp, bir felaketle yeniden piramidin en altına düştüğümüzü görmek bana acı verdiği için hislerimi kendime sakladım.
Uzun zaman, çok uzun zaman olsu...Evet. Bu yüzden burada kendimi filtrelemeden olağanca gerçek hislerimi ve düşüncelerimi yazmak ve paylaşmak istiyorum. Çünkü bu bana iyi geliyor (inanın bunu zor yoldan öğrendim).
Zekanın en büyük ironisi, bazen en derin bilgeliğin, hiçbir şey bilmediğini kabul etmek olduğunu anlamaktır.
Yıllardır insanlar bana kırılgan olmayı öğrenmemi söylediler, gittiğim her eğitimde, yaşadığım her ilişkide, hatta terapide bile terapistim bu kadar tüm güçlü olmaya çalışmayın demişti. Tabii ki bunlar sadece kelimeler, ben bana ne anlatmak istediklerini tabii ki anlayamamıştım çünkü ben tanıdığım en hassas ve kırılgan insanlardan biriydim. O zaman bana neden daha da kırılgan olmamı öğütlüyorlardı ki?
"Kendi içimde kaybolmuşum, başka bir yerde bulunmayı reddettiğim için." - Fernando Pessoa
Bunun anlamını 40'lı yaşlarda yeni yeni farkediyorum. Ben kendi hassaslığımı insanlar görmesin diye görünmez duvar örerek hislerimi ve düşüncelerimi o görünmez duvarın her milimetrekaresini kontrol ederek gösteriyordum. Karşımdakiler kana kana su içmek isterken ben ama biz çöldeyiz, suya ihtiyacımız olabilir der gibi damla damla veriyordum. Bazen de bunun tam tersi barajın duvarlarını çatlatıp, sonra yıkıp onları sular altında boğuyordum. Bu ikincisi ancak kafam güzel olduğunda oluyordu tabii ki. Ertesi gün de ben neden kendimi bu kadar paylaştım ızdırabına düşüp içim içimi yiyordu.
"Güçsüz görünme!" Babamın bana en önemli sözü. Hatta anneminkisi de "Salak olma!" İşte ben de bu ikisi arasında salakça ve güçsüz görünmemek için kendimin insan taraflarını hep kapatıp saklamaya çalıştım. Faucalt sarkacı gibi bir uçtan diğerine savruldum. Ama itiraf etmem gerekiyor; bu o kadar zor bir şey ki inanamazsınız!
İnsanı içten içe yiyen bir kurt gibi...
Benim en özendiğim insanlar aptalca görünme riskiyle kendilerini olduğunc gösterebilen insanlardı. Bana çok cesurca geliyor bu eylem. Ve ben böyle kişileri kıskanıyordum. Daha güzel, daha zengin, daha uzun falan değil, daha cesur, kendi olma cesaretini gösterebilmiş insanları.
"Evrimin sırrı, zeki olmak değil, uyum sağlamaktır." — Charles Darwin
Ve şu an tam da 42 yaşımdayken kendi içsel devrimimi yaratmaya karar verdim. Bundan hem benim hem de sizlerin fayda görmesini dilemekten başka bir çıkış noktam yok. Bize iyi gelsin, iyi gelir umarım.
Eveeet bu kadar uzun bir girizgahtan sonra gelelim ana konumuza: Neden The G Factor? Bu ismi seçmemin sebebi ismimin G harfiyle başlaması sanıyorsanız, öhöm zekamı çok hafife alıyorsunuz derdim, ama haklısınız:) Sadece, tek sebebi bu değil.
The G Factor, aslında psikolojide zekayı anlamlandırmak için kullanılan bir terim. Ve benim hikayemle, sizin hikayenizle, hepimizin keşfetmeye çalıştığı o büyük "ben kimim?" sorusuyla çok yakından ilgili.
O zaman başlayalım, biraz derinleşelim, o güzel tatlı nöronlarımızı ateşleyelim. Var mısınız?
"Dünyanın gerçek anlamını bilmek isteyen, önce kendi ruhunu anlamalıdır. En büyük zorluk, kendimizi kandırmadan kendimizle konuşmayı öğrenmektir." - Fernando Pessoa
The G Factor; (General Intelligence Factor), psikolojide oldukça temel bir kavram. Psikolog Charles Spearman tarafından 1904'te ortaya atılmış ve zekayı ölçme üzerine çalışmalarda önemli bir yer edinmiştir. Bu beyefendi, zekayı anlamaya çalışırken bir şey fark etmiş: problem çözme, öğrenme ve analiz etme gibi tüm zihinsel süreçlerimizin arkasında ortak bir zeka faktörü var. Bu da demek oluyor ki, hepimizin içinde bir "genel zeka" mekanizması mevcut. İşte buna G Factor, yani "Genel Zeka Faktörü" adını veriyor.
Ama burada zeka deyince sadece matematik problemlerini çözmekten bahsetmiyoruz. G Factor, hayatta nasıl düşündüğümüzü, öğrendiğimizi ve sorunların üstesinden nasıl geldiğimizi anlatan bir kavram. İşte mesele tam da burada başlıyor: G Factor sadece zihinsel süreçleri ifade etmiyor; aynı zamanda bizim potansiyelimizi keşfetme yolculuğumuzu da temsil ediyor.
Daha spesifik olarak hem de basitçe anlatmak istersek:
G Factor, soyut düşünme, problem çözme, öğrenme hızı ve bilgi işleme gibi birçok zihinsel sürecin temelinde yer alan genel bir yetenek olarak tanımlanır.
Bu teori, zekayı farklı alt becerilere bölmek yerine, bunların bir ortak bileşeni olduğuna vurgu yapar.
Örneğin, biri matematikte iyi, diğeri dilde yetenekli olabilir. Ancak her iki beceri de aslında aynı "g" faktörünün farklı yönleridir.
"Zeka, eğitimin öğrettiklerini öğrenme yeteneği değildir; değişime uyum sağlama yeteneğidir." — Stephen Hawking
Günümüzde G Factor hâlâ zeka ölçüm testlerinde (IQ testleri gibi) önemli bir yer tutuyor. Ancak eleştiriler de var: Zekanın sadece tek bir faktörle açıklanamayacağı ve sosyal, duygusal ya da yaratıcı zekanın da eşit derecede önemli olduğu yönünde.
Benim için G Factor’ün en büyüleyici tarafı şu: Zekanın birden fazla boyutu olduğunu biliyoruz ama ya hepimizin içinde keşfedilmeyi bekleyen gizli bir potansiyel varsa? Hepimizin içindeki bu keşfedilmemiş "g" faktöründen nasıl yararlanabiliriz?
G FACTOR VE İNSAN POTANSİYELİ: POTANSİYELİMİZİN NE KADARINI KULLANIYORUZ?
Hadi biraz dürüst olalım. Şimdi biraz kendimize dönelim. Hepimiz bir noktada o büyük hayalleri kurduk, değil mi? Ama ne kadarını gerçekleştirdik? Ya da gerçekleştirmek için gerçekten harekete geçtik mi?
Hiç şunu düşündünüz mü: (ki bunları okuyorsanız bence kesin düşündünüz:)"Acaba şu an potansiyelimin ne kadarını kullanıyorum?"
Ben düşündüm. Hatta bu soruyu kendime o kadar çok sordum ki, cevap bulamadığımda yastığa kafamı koyup bir süre gözlerimi kapattım. Ama şu gerçek var: Çoğu zaman, potansiyelimizin çok küçük bir kısmını kullanıyoruz.
Neden?
Çünkü konfor alanımızı genişletmek (dikkat edin konfor alanından çıkmak demiyorum, hiç sevmediğim bir kavram o) cesaret istiyor. Ve bu cesareti toplamak da bazen yıllar alıyor.
İşte burada G Factor devreye giriyor. Çünkü potansiyelimizi fark etmek, onu kullanmak ve hayata geçirmek tamamen bizim elimizde.
Ama burada bir problem var: Kendi potansiyelimizi genellikle küçümsüyoruz.
Neden?
Çünkü o potansiyelin sorumluluğunu almak korkutucu geliyor. Başarının getireceği değişikliklerden çekiniyoruz. Ya başarılı olursam ve insanlar benden daha fazlasını beklerse? Ya yetersiz kalırsam?
G Factor, işte tam bu noktada size şu soruyu soruyor:"Bu korkular seni ne kadar geride tutuyor?"
Size çok dürüst olacağım. Ben de uzun bir süre boyunca kendi sınırlarımı zorlamaktan korktum. Ya başarısız olursam demedim, daha da korkutucu bir soru sordum kendime: Ya başarılı olursam? Ya insanların benden daha fazlasını beklemesine neden olursam? Ya o sorumluluğu taşıyamazsam? İşte bu korkular beni hep olduğum yerde tuttu.
Ama artık anlıyorum ki, bu korkuların kendisi bile aslında büyümenin bir parçası. Ve ben artık büyümekten korkmuyorum!
ZEKA SADECE AKILDAN MI İBARET?
Tabii ki hayır, öyle olsa yapay zeka bizi ele geçirmişti bile. Zeka dediğimiz şey, yalnızca analiz yapma veya problem çözme yeteneği değil. Zeka, bence hayatı anlama ve onu hissetme biçimimiz.
"We are not thinking machines that feel. We are feeling machines that think." - Antonio Damasio
Zeka, yaratıcılıktır. Zeka, duygularımızı anlamak ve kendimizi ifade edebilmektir. Zeka, yeni bir şey öğrenme arzusudur.
Mesela şunu hiç düşündünüz mü?
Zekayı bir bina gibi düşünün. G Factor o binanın temeli. Ama o temelin üzerine inşa edeceğiniz katlar; yaratıcılığınız, duygusal zekanız, merakınız ve cesaretinizdir. Eğer bu katları inşa etmezseniz, potansiyelinizin sadece çok küçük bir kısmını kullanmış olursunuz.
Yaratıcılık, yeni bir fikirle dünyayı değiştirmenin anahtarı değil mi?
Ya Duygusal Farkındalık? Hem kendimizi hem de çevremizdekileri daha derin bir şekilde anlamamızı sağlamıyor mu?
Ve Merak! Bizi her gün yeniden öğrenmeye, yeniden keşfetmeye teşvik etmiyor mu?
Bu nedenle bence The G Factor, tüm bu özelliklerin bir araya geldiği bir alan. The G Factor sadece analitik değil; aynı zamanda yaratıcı, duygusal ve ruhsal bir zeka da içeriyor.
Bence G Factor’ün en önemli tarafı şu: "Bizi kendimizle yüzleştiriyor."
O büyük "Ben kimim?" sorusunu sormadan bu hayatta ilerleyemezsiniz. Ve bu soruyu sormak da cesaret ister. Çünkü bu sorunun cevabı kolay değil.
Ama işin güzel tarafıda şu The G Factor, sadece kim olduğunuzu değil, kim olabileceğinizi de keşfetmenize yardımcı olacak.
THE G FACTOR: İNSANLIĞA VE SANA DAİR HER ŞEY!
Son olarak, size bir şey söylemek istiyorum: Hayatınızın içinde keşfedilmeyi bekleyen bir potansiyel var. Ama bu potansiyeli fark etmek ve harekete geçirmek için o ilk adımı atmanız gerekiyor.
Kendinize şu soruları sorun:
Şu an potansiyelimin ne kadarını kullanıyorum?
Bana sınırlar koyan düşüncelerim neler?
Bugün, bu sınırları kırmak için ne yapabilirim?
Kendi potansiyelimi keşfetme yolculuğunda, bu soruları kendime defalarca sordum. Ve hala sormaya devam ediyorum. Çünkü her gün, biraz daha fazla "ben" olmaya çalışıyorum.
Evet, sevgili dostlar. Hayatta hepimizin içinde keşfedilmeyi bekleyen bir zeka, bir yaratıcılık ve bir cesaret var. Ama bu potansiyeli ortaya çıkarmak için bir adım atmak gerekiyor.
Bugün kendine şunu sor:"Bugün kendimi zorlayarak hangi adımı atabilirim?"
Cevap belki hemen gelmeyebilir. Ama emin olun, o adımı attığınızda, içinizdeki potansiyel size yeni yollar açacak. Ve işte o zaman, kendi "G Factor"ünüzü bulmuş olacaksınız.
Bunları düşünmek için yalnızca birkaç dakikanızı ayırın. Ve unutmayın, G Factor yalnızca zekanın bir ölçütü değil; hayatınızı daha derin bir anlamla keşfetmenin bir yoludur.
Evet, artık hazırsınız.
O zaman şimdi size soruyorum: "Zihninizin sınırlarını zorlamaya hazır mısınız?"
Ben buradayım. Bu yolculukta sizinle birlikte yürümeye hazırım. Peki ya siz?
Sevgilerimle,
Gizem✨
Comments